Yeni Parlamento ve Temsiliyet
Gerçek demokrasi olmadan, demokratik hakların, geniş halk kitlelerinin, emekçilerin, kadının, çocuğun ve doğanın herhangi bir temsiliyetinden bahsetmek mümkün değildir…
Eğer demokrasi bir toplulukta egemen sınıf tarafından sınırları çizilen bir sistematik olursa;
Bu durumda devlet sermaye adına, toplumun diğer sınıflarını kontrol mekanizması haline getirir ve devlet kurumları ile otoriteye boyun eğilmesi için baskı oluşturur…
Bir ülkede gerçek demokrasinin kurulabilmesi için toplumun öncelikle ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kazanmış olması gerekir.
Ekonomileri dışa bağımlı ülkelerde gerçek demokrasiyi inşa etmeniz mümkün değildir çünkü ülkeyi sürekli borçlandıran emperyaller böyle bir şeye izin vermez…
Yani sürekli borçlandırdıkları, üretim araçlarını ele geçirdikleri, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını kendi ülkelerine akıtan sömürgeci emperyaller altın yumurtlayan tavuğu kaybetmek istemezler…
O nedenle geri bırakılmış ve sömürgeleştirilmiş ülkelerde emperyaller her 10-15 yılda bir darbeler gerçekleştirir. Amaç halkların uyanma riskine karşı sömürülerini teminat altına almaktır…
Ülkenin tüm dinamiklerini yönetenleri kendileri ile işbirliği yapan ihanet şebeleri ile yönetirler.
Toplumun savunma mekanizmalarını ellerinden alırlar,
İktidarı ve muhalefeti dizayn ederken diğer STK’ları da ihmal etmezler, sendikalarından, derneklerine, basın yayın kurumlarına kadar hatta avukatlık mekanizmalarına kadar ele geçirirler,
Bu sayede ülke halkını da demokrasi varmış gibi kandırırlar…
Çünkü bahsini ettiğimiz tüm kurumları yerli işbirlikçilerin ele geçirmesini sağlayacak anayasayı darbeciler sayesinde kabul ettirirler…
Ülkemizdede bu aynen böyle olmuştur…
Atatürk sonrası ülkenin demokratik gelişimi ve kalkınma hamleleri ekonomik bağımsızlığın santim santim yok edilerek emperyalistlerle yapılan sözde ticaret ve savunma anlaşmaları ile bir sürece bağlandı.
Atatürk’ün özenle kaçındığı bu tuzaklara ileriyi görmekten aciz yöneticiler gönüllü olarak düştü.
Çünkü Atatürk’ün sağlığında CHP’den uzaklaştırdığı İngiltere sevdalısı ”paşazade” artıkları, ölümünden sonra devletin ve CHP’nin içerisine alındılar…
Bunlarda ülkeyi sömürgeleştirecek adımları zevkle attılar.
Kemal Derviş’in ve Faik Öztrak’ın dedeleri buna en iyi örneklerdendir, daha da onlarca sayabiliriz…
İngiltere, ABD, Nato Türkiye’yi sömürgeleştirmeye doğru götürürken ülkede Köy Enstitüleri sayesinde yetişmiş aydın nesil buna karşı direniyordu.
Bu sayede ülke tarihinin en demokratik anayasasına kavuştu.
60 ihtilalinden sonra 61. de yapılan anayasa dünyanın da en demokratik anayasalarından biriydi ve toplumun tüm kesimlerinin temsiliyeti demokratik haklarla sağlanmıştı.
Ama elbette bu ABD ve İngiltereyi çok rahatsız etti…
Rusya ile sanayi atılımları atmak isteyen yöneticilerin önü 12 Mart muhtırası ile kesilerek aydın kesime büyük bir darbe indirilirken 61 anayasasının getirdiği özgürlüklerin bir kısmı da geri alındı…
Ancak bu toplumu bastırmaya yetmemişti…
Halkın büyük çoğunluğunda anti emperyalist bir tutum hakimdi ve bu giderek yükseliyordu.
Bu durum sömürgeciler için tehlike arz ediyordu ve Türkiye’nin hem ekonomik hem siyasi gelişimini önlemek için 12 Eylül Darbesi yaptırıldı…
Amerikancı generaller ile yaptırılan bu darbeler Türkiye’yi emperyalistlere tam bağımlı hale getirirken halk ayrıştırılarak birbirine düşmanlaştırılacaktı…
Laik- dinci, Türk-Kürt vb.
İşte 82 anayasası tam da bunu sağladı…
Neoliberalizmin iktisatçısı Friedrich August von Hayek tarafından Şili diktatörü Phinochet için hazırlanan ve 1980 de Şili halkına dayatılan anayasanın bir eşi Türk Halkı’na 1982’de dayatıldı…
61 anayasasının vermiş olduğu hak ve özgürlüklerin tamamen geri alındığı, tam bir sömürgeleştirme anayasasıydı ve halen yürürlüktedir.
Toplum etnik ve dinsel ayrışmaya maruz bırakıldı ve tüm STK’lar neoliberal işbirlikçiler ile ele geçirildi, onların bu STK’larda iktidarları garanti altına alındı ve toplumun tüm kesimleri neoliberal devlet tarafından kontrol altına alındı…
Elbette bu devlet de emperyalistlerin iktidara getirdiği Özal gibi adamlar tarafından yönetildi.
Devletin görevi küresel sermayeye Türkiye’yi tam sömürge haline getirmek ve elindeki tüm üretim araçlarını bu küreselcilere teslim etmekti.
Özal sonrası iktidarlar Atatürk’ün devletten ve CHP kadrolarından uzaklaştırdığı isimlerin torunları ile Kemal Derviş ve Faik Öztrak gibi İngilizsever isimler dahil olmak üzre dinci tayfada küreselcilerle işbirliği yapmaya gönüllü olmuştur…
Tüm bunlar yapılırken CHP’de ele geçirilmiş ve ona muhalefet görevi verilmiştir.
Kadrolarınada sıkı neoliberal işbirlikçiler yerleştirilerek Bülent Kuşoğlu, Tuncay Özkan vb. iktidar ile gizli bir işbirliği sağlanmıştır…
Kısaca bugün küreselciler; başta siyasi partiler olmak üzere, ülkenin ekonomik siyasi ve sosyolojik durumunu şekillendiren güç pozisyonundadır.
Ve ülkeyi sömürgeleştirmiş…
Bu koşullar altında seçilen masum parlamenterlere büyük görev düşmektedir…
Zaten bu mevcut düzende ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar hiçbir temsiliyetleri kalmamıştır çünkü cumhurbaşkanlığı sisteminde parlamento sadece semboliktir.
Bakanlar bile bu parlamentodan seçilmemektedir.
Dolayısıyla asıl karar mekanizması cumhurbaşkanı olduğundan ve parlamentodaki çoğunluk da onun seçtiklerinden olunca verilen direktifler ile çalışan bir parlamentoda sadece bir sınıfın temsiliyeti söz konusudur… (YANİ SERMAYE SINIFI…)
Yani Küresel sömürgecilerin iktidarı sürmektedir.
Ve bu iktidarın görevi de küresel sömürgeci ve işbirlikçilerinin daha iyi sömüreceği koşulları hazırlarken onların güvenliğini sağlamaktır. Tıpkı Akbelen’de halkı döven güvenlik güçleri örneğinde olduğu gibi…
Bütün bu işlerden haberi olmayan ve hasbelkader parlamentoya girmiş masum milletvekilleri için iki seçenek vardır.
Ya bu düzene uyacaksın ya da bir dönem vekillik yapar gidersin…
Ve süreç içerisinde pek çok kez şahit olduğumuz üzre bu durumu kabul etmeyen özellikle CHP’li vekiller zaman içerisinde tasfiye edilmiştir.
Mecliste muhalefetin parlamenterleri halkın sorunlarını dile getirerek topluma ülkede demokratik bir düzen varmış gibi hissettirirler.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar sonuçta iktidarın yani cumhurbaşkanının dediği olur…
Mecliste bir tiyatro sahnelenir tüm parlamenterlerde ister istemez bu tiyatroda bilerek veya bilmeyerek rol alır…
Son seçimin ardından ülkeye getirilen İngiliz ve Amerikan vatandaşları olan Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı’na muhalefetten de bir itiraz yoktur.
Çünkü onlarda seçilseydi aynı ekonomiyi uygulayacaktı…
Mehmet Şimşek = Ali Babacan = Daron Acemoğlu = Jeremy Rifkin = Faik Öztrak vs. hepsi aynı fabrikadan çıkmış neoliberal iktisatçılardır…
Bu şekilde diktatörlerin temelini attığı sömürgeler de, neoliberallerin hazırladığı anayasalarla sözde tesis edilen demokrasiler de! Sadece tek bir sınıfın temsiliyeti vardır o da sermayenin, hem de küresel sermayenin temsiliyetidir…
Bunun adı halk düşmanlığıdır, vatan düşmanlığıdır…
Bülent Karagöz…